Eşimin hastalığı, vefatı ve sonrasında ortaya çıkan korona sebepli gönül yorgunluğu sürecinde sosyal hayata uzak duruşum sıralarında yerelde yayın hayatına devam eden bazı kanallardan, gazetelerden ve haber portalı sitelerinden  “Kimi beni hayata tekrar bağlamak, kimi toplumda daha iyi yayıncılık yapma adına”  hadi başla, hadi aramıza gel, hadi başımızda ol teklifleri geldi… Bununla beraber sağolsunlar bazı basın derneklerinden aramızda seni görmek istiyoruz teklifleri de geldi.

 

O günlerde biz de yola çıktığımız arkadaşlarımızla beraber para kazanmak değil sosyal proje kapsamında yer almak, sanattan kültüre, ekonomiden çevreye  kadar hemen hemen tüm alanlarda benden, senden, onlardan arınmış sosyal sorumluluk ve dayanışma kapsamında herkesi kucaklayan “BİZ” ortak paydasında yer almak arzusu ile karınca misali yavaş yavaş alt yapımızı tamamlamaya çalışıyorduk.

 

Sosyal medyadan internet haber portalımız Medya 03’ün ve youtube kanalımızın yayın hayatına başladığını ilan ettikten sonra hayırlı olsun telefonları, temenniler ifade eden yorumlar geldi…

Ve en ilginci seven bazı dostlardan da dikkatli ol uyarıları geldi…

 

O sıralarda biz ofisimizi tutmuş, alet edevatımızı almıştık ki, talihsizlik oldu Hüseyin kardeşim ev kazası geçirdi, kitaplığı yerleştirirken elini kırdı…  Teknik işlerde destek aldığımız kızımız Songül’ün de dersleri başlayınca 2.5 ay geciktik.

21 Haziran gündönümü olsun dedik, yörük göçü gide gide düzelir dedik, kendimizi duyurduk, vira bismillah dedik.

Duyurumuzda da belirttiğimiz gibi bizimki, ona geçirmek, bunu tokatlama, şunu kucağa oturtmak değil içinde bulunduğumuz toplumdaki yeni/farklı habercilik adına boşluğu doldurmaya yönelik sosyal projedir. Gücümüz doğrultusunda görevdir…

 

Yukarıda bahsettiğim dikkatli ol uyarılarından bir tanesinde uyarıda bulunan dostuma biraz sesimi yükselterek “Kardeşim ne dikkatlisi olacağım, biz içinde bulunduğumuz medya dünyasındaki bir boşluğu hemşerilik ve yurttaşlık hukukunda doldurma amaçlı yola çıktık dediğimde” uyarıyı yapan arkadaşım bana dedi ki;

--Bak, Yılmaz Odabaşı’nın KONUŞSAM SESSİZLİK/ GİTSEM AYRILIK ŞİİRİ’ni biliyor musun?

--Bilirim ama ezberimde değil, hayrolsun?

-- Odaşı, şiirinin son kısmında “Sokakların gün batınca neden boşaldığını/ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum. /Konuşsam sessizlik/ gitsem ayrılık…// Al bu çağrıları sulara göm, o uzak sulara,/ gurbetini rehnetme özlemimde…”

-- Eee?

-- Bu şiir yaklaşık kırk yaşında

-- Eee?

-- Hah işte konuşsam sessizlik gitsem, ayrılık mısraının twet paylaşımlarından dolayı Odabaşının şiirlerinde Cumhurbaşkanına hakaret/suç oluşturabilecek bir mısra diye ifadeye çağırılmış…

-- Allah Allah…!

--Valla… İnanmazsan araştır. 

--Yav cumhurbaşkanı da Minareler süngü, kubbeler miğfer, /Camiler kışlamız, müminler asker, /Bu ilahi ordu dinimi bekler, /Allahu Ekber, Allahu Ekber.” şiirinden haksız yere mapus yatmadı mı, yattı… Dememiş mi, kardeşim, seferberlik görev emrine bile girmeyen şiirlerden insanı ifadeye çağırma ne oluyor diye.

--Bilmem, haberi var ya da yok, ben bu kadarını söylüyorum, dikkatli ol… İnanmıyorsan araştır.

 

Araştırdığımda evet üç dört ay önce böyle bir durum olmuş. Yılmaz Odabaşı’nı hakikaten ifadeye çağırmışlar… Ama anladığım kadarıyla bu ifadeye çağırma kraldan çok kralcıların işi… İşgüzar bürokratların ben buradayım, emrindeyim hünkârım işi… Kırk yaşındaki şiir neden herhangi başbakana, valiye, bakana, bakan yardımcısına, belediye başkanına, genel müdüre, daire başkanına değil de direk cumhurbaşkanınaymış? Cevabını bilen yok, sorusunu soran da yok. Çünkü dosya öyle hazırlanmış… Bunun argoda karşılığı tamamen yalakalık, durumdan beni gör vazifesi çıkartma.

 

Neyse, sanki basın dünyamıza dönmedik, savaş dünyasına adım attık…  Arkadaştır, dosttur…  Uyarır… O öyle görüyor, öyle hissediyor, arkadaşlık, dostluk görevini yerine getiriyor…

Ama arkadaşımızın anlattığı/uyardığı bu kadarcık örnek bile demokrasi kültürümüz adına, basın özgürlüğümüz adına yazmamız için yeterli ve geçerli bir sebeptir…

 

Odabaşı’nın şiirinde söylediği gibi “Ya sessizlik, ya ayrılık,” sizce hangisi…

Bence hiçbiri? Hiçbiri de olmasın… Sessizliktense ses vermek daha evladır.

Çünkü seslenmek; kavuşmaktır, haber vermektir, “Ben buradayım, sen neredesin?” demektir.

Çünkü ayrılık; Karacaoğlan’ın dediği gibi yoksulluğa ve ölüme eşdeğerdir… Tanıyanlar ve dostlarım bunu iyi bilir. Ben ayrılığı, yoksulluğu, ölümü iliğime kemiğime kadar defalarca yaşadım.. Ve hatta kadere inancımdan hepsini içimde defalarca yaşattım, pusulam yaptım… Ama asla haksızlığa karşı olan sessizliğe alışamadım…  

 

Bir arkadaşım da sıkı mücadele etmek gerekir yorumunda bulunmuş…

Sağolsun varolsun, yorumuyla yola çıkışımıza eşlik etmiş.

 

İçinde bulunduğumuz toplumda iyiye, güzele, doğruya ses olabilirsek ne mutlu bize… İşte yapacağımız, yapmaya çalışacağımız da bu.