Youtube’dan izlediğim kadarıyla Cumhurbaşkanına hakaretten tutuklanan gazeteci Sedef Kabaş TELE 1’deki programda şu ifadeleri kullanıyor: “Şuna inanıyorum ki Recep Tayyip Erdoğan şöyle dönüp siyasi hayatına baksa kendisine bu toplum, bu halk, bu ülke çok şans verdi. Yani çok iyi makamlara getirdi, çok destek verdi, çok oy verdi, çok paye verdi.  Çok meşhur bir söz vardır, taçlanan baş akıllanır diye. Ama görüyoruz ki gerçek değil. Ya da tam tersi bir söz vardır. Büyükbaş hayvan bir saraya girdiği zaman o kral olmaz. O saray ahır olur.”

 

Bu sözlerinden dolayı hemen programdan sonra gözaltına alınıyor, sabahleyin çıkarıldığı İstanbul 10’uncu Sulh Ceza Hakimliği’nde ifadesinde kendini şöyle savunuyor: “Sözün orijinali bir atasözüdür. Hatta sözün orijinalini de değiştirerek sarf ettim. Bundan da anlaşılacağı üzere hakaret etme gibi bir kastım yoktur. Kastetmek istediğim, toplumu kucaklayan, birleştirici bir üslup olması gerektiğidir. Bunu vurgulamak istedim. Atılı suçlamayı kabul etmiyorum.”diyor.

 

Sedef Kabaş’ı tanımam, adını da ilk defa duydum.

İnternetten yaptığım araştırmada Kabaş iyi bir eğitim alıyor. Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünü bitirdikten sonra Fulbright Bursu alarak ABD'ye gidiyor.

Fulbright dünya üzerinde yaklaşık 155 ülkenin öğrencisine veriliyor ve her yıl yaklaşık 4 bin öğrenci bu bursu almaya hak kazanıyor. Fulbright Bursu ile okuduğu Boston Üniversitesinde Televizyon Haberciliği üzerine yüksek lisans yapıyor.

Kısacası herkese nasip olmayacak bir eğitim alıyor.  Bu da O’nun akıllı, becerikli, çalışkan  veya emsalleri arasından ‘seçilmiş’ olduğunu gösteriyor.

 

Kabaş, Atlanta CNN International'da çalışan ilk Türk gazeteci ve NTV, ATV, TV 8, SKY Türk, TRT 2, Halk TV, Tele 1, Power FM radyosu gibi çeşitli TV kanallarında haber sunucusu, TV programcısı, danışman olarak çalışıyor,  programlar hazırlıyor.

Kısacası işinin ehli… Hangi yayın organında çalışsa kendisini dinletir, izletir…

 

Bu kadar kabarık bir CV’ye sahip Kabaş’ın  Youtube’de  olan diğer programlarına ve geçmişte paylaştığı twetlere baktığımızda Ak Parti’ye, Recep Tayyip Erdoğan’a muhalif bir gazeteci.

Doğru oturup doğru konuşacak olursak gazeteci daima en iyisini, en doğrusunu, en güzelini  istediği için her zaman muhalif olması gereken biridir. Ama muhalif olmak demek hakaret makinesi olmak değildir. Bu sebepten de tutuklanmasına sebep muhalifliği değil muhalefeti hakaret zannetmesi, hakaret amaçlı kullanmasıdır.

Kabaş tutuklanmasına sebep güya yumuşattığı, değiştirdiği atasözleri/deyimler ile, hile-i şeriyye ile Cumhurbaşkanına hakaret ediyor.

Ve program konuğu olan diğer gazeteciler de Kabaş’ın  hakaretlerine müdahil olmuyorlar, sadece dinliyorlar. Gazetecilik adına üzücü bir durum…

 

Düşünce özgürlüğü tanımı içeriğinde herkes, "Düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar”.

Ama düşünce özgürlüğü kavramını hakaret materyali haline getirip kavramın içini boşaltırsanız veya kavramı başka bir hale büründürürseniz sizin gazeteciliğiniz de , düşüncelerinizde tartışılır.

Ve Kabaş maalesef aleni olarak gazetecilik sıfatı ile atasözlerini de hile-i şeriyye ile kullanarak aleni hakaret ediyor.

 

Demokrasi kültürü gelişmiş toplumlarda kimse kimseye hakaret edemez, kimse kimseyi tehdit edemez.  Demokrasi kültürü içinde hiç kimse eleştirilmez diye bir kural yoktur. Cumhurbaşkanı da eleştirilir, başbakan da, bakanlar da…  Ama eleştiri hakkınızı özgür düşüncemi ifade ediyorum diye hakaret haline getiriyorsanız siz gazeteciliğe değil başka maksada çalışıyorsunuz demektir.

 

Nasıl ki Sedef Kabaş’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hile-i şeriyye ile hakaretini tasvip etmiyorsam, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da bir camide Sezen Aksu’yu ima ederek dilini kopartırız eleştirisini de tasvip etmiyorum.

 

Ziya Paşa’nın insanın ifade tarzı kendisini anlatır anlamında  “Üslubu beyan aynıyla insan” diye bir sözü vardır.

Gazeteci, köşe yazarı, televizyon yorumcusu ve hatta siyasetçi, kitleler karşısında etkileyici olmak için hitap ederken kelimelerle, cümlelerle düşünür, kelime ve cümlelerle düşündürür, seçtiği kelime ve cümlelerle kendisini ve düşüncelerini ifade eder.

 

Ayrıca Kabaş’ın görüntülerini izlerken Adliyeye getirildiği bir görüntü dikkatimi çekti. Kabaş, adliyeye getirilirken polis otosundan iniyor, adliyenin kapısına geldiğinde ellerini arkaya getiriyor, arka çekimle sanki kelepçelenmiş gibi bir görüntü yaratıyor veya algı yaratmaya çalışıyor.

Eh, iyi kötü biraz tecrübesi, biraz okuma kültürü olan bir insan algı yaratmanın amacının insanları esas meseleden uzaklaştırarak başka düşünceleri tetiklemek, başka türlü düşüncelere sevk etmek olduğunu bilir.

Acaba neden böyle bir algı yaratmaya çalıştı?  Böyle bir ortamda bile algı yaratmaya çalışan bir kişinin “…../hakaret etme gibi bir kastım yoktur. Kastetmek istediğim, toplumu kucaklayan, birleştirici bir üslup olması gerektiğidir” ifadesindeki samimiyete kim ne kadar inanır?

 

Siyasetin son zamanlardaki hakarete varan kutuplaştırıcı dili vatandaşı yeteri kadar geriyor.

Gazetecilerin bu gergin ve kutuplaştırıcı dil karşısındaki taraf/taklitçi/misillemeci olması hile-i şeriyyelerle yangına körükle gitmekten başka değildir.

Vatandaşın  gündemi yeteri kadar yoğun, yüreği ve beyni yeteri kadar yorgun.

Böyle bir dönemde gazeteciler hile-i şeriyyeler ile gündem olmamalı, vatandaşa bir yorgunluk da onlar vermemeli…

 

Ezcümle Gazeteciliğin dilinde, düşüncesinde, özgürlüğünde hile-i şeriyye olmamalı. Olursa yaptıkları gazeteciliğin hiçbir kıymet-i hakikiyesi kalmaz.

 

NOT: Sedef Kabaş’ın hakaret dilini tasvip etmediğim gibi yalakalık kültürünün gelişmesinin neticesi olan bazı gazetecilerin aynı kirli dili kullanarak Sedef Kabaş’a hakaret sırasına giren selden kütük kapma tiyniyetli gazeteciliği de  gazeteciliğin önündeki en büyük engeli ve yozlaşması olarak görüyorum.