Merhaba dostlar!
Dinçay Hoca ve Hüseyin Abi ile “Medya 03” adında içinde yaşadığımız topluma vefa gereği habercilik anlamında bir oluşuma girdik.
Her ikisinin de işlerinin yoğunluğundan dolayı aktif hale gelmeyi biraz geciktirdik. Bu süreçte onlar işlerini bitirinceye kadar ben tabi üniversiteyi bitirdim.
Ama Allahtan son konuşmamıza göre azıcık işleri kalmış, ondan sonra tam olarak aktif olacakmış.
Yanlarında dura dura ben onların azıcık işlerini öğrendiğim için sinema televizyon bölümü bitince o azıcık süreçte canım sıkılmasın diye sosyoloji bölümüne başladım. Artık Sosyoloji 1. sınıf öğrencisiyim.
İnşallah o azıcık süreçten sonra hep beraber aktif olacağız, hayırlısıyla Youtube kanalımız ve internet sayfamız tam olarak aktif olacak.
****
Gerekli mesajları gerekli kişilere gönderdikten sonra gelelim bize yapmak istediklerimize: Amacımız, bağımsız, tarafsız ve adil bir oluşum... Bana düşen görevlerden biri de ilgi alanım ve diplomaya esas mesleğim gereği kültür – sanat yazıları ve haberleri kaleme almak...
Kültür-sanat yazılarıma başlamadan önce bir konu var ki hem arkadaşımı hem de bizleri derinden yaralamıştır ve bu konuyu dile getirmeyi kendimce hak olarak görüyorum.
Saygıdeğer okuyucularımız, birkaç gün önce bir arkadaşımın annesi, Alevi kimliği taşıdığı ve Alevilik inancına mensup olduğu için psikolojik şiddet ve nefret söylemleri karşısında dayanamayarak, zorlu bir sürecin neticesinde işten çıkmış. Arkadaşım dilinden olayın öyküsünü şöyle aktaralım:
Annem, Ardahan'da bir pastanede ustanın yanında çalışıyor…
İş yerinde çalışanlara öğle yemeği için de yemek yapılması gerek...
Annem yardım olsun, işler yetişsin, yemek öğününde yenilsin diye yemeği yapmak istiyor fakat kimse ona yemeği yaptırmıyor. Bunun sebebi olarak da usta anneme “Hakkını sorarsan bir Alevi’nin elindeki yemek yenilmez" diyor…
Bunun yerel dildeki anlamı; Alevi elinden yemek yenilmez ... Su içilmez... Alevi bir erkekle evlenilmez... Fakat Alevi bir kız ise herhangi bir inanca sahip biriyle evlenebilir.
Bu asrın ülkemizde ve dünyada herkesin söylediği dillere pelesenk olmuş söylemi: Dünya küreselleşti, dünya küçük bir köy ve artık uzay arka mahallemiz kadar yakın oldu…
Peki, bu iddialı söylemleri iki inanın biri birini tanıması arasındaki mesafede kullanabildik mi? Uzaya kavuşup da, önyargılarımızı aşabildik mi? Maalesef ki “hayır”! Binyıllardır süregelen mezhep hastalığı öyle ağır ve haksız ithamlarla her seferinde yeniden karşımıza çıkıyor ve çıkarılıyor ki uzaydan önce “insanlığa” kavuşmamız gerektiğini hatırlatıyor.
Geçmişten günümüze bu tür psikolojik şiddet ve nefret söylemlerini çok duydum duymaya da devam ediyorum. Bunun gibi yüreğimizi kanatan daha kaç öykünün tanıklığını yapacağız bilemiyorum…
Şimdi sizlere soruyorum, bu yaşanan psikolojik şiddet ve nefret söylemleri hep din adına ve Müslüman olduğunu söyleyenlerce yapılmakta! Peki, Kur’an-ı Kerim’in neresinde yazıyor ki bir insanı inancından dolayı hakir görmek?
Veya bunu “Din ve kutsal kitaplar adına” yaptığını iddia edenler, haşa ki İlahlığa (Tanrılığa) soyunmuş olmuyorlar mı?
“Allah’a şirk (ortak) koşmak” demek sadece putları ilah edinmek meselesi değildir ki! Bu tür ayrımcılık ve ötekileştirmelerde kendi -haşa ki- Allah’ın yerine koyup, hesap sormak değil midir? Bu eylemler, “Allah’a şirk koşmanın” bilinçaltında ortaya çıkan bir örnekleri değil midir?
Oysaki biz insanlar sevgi, saygı, hoşgörü, iyilik, hak yememek, adaletli bir düzen adına Allah’ın yeryüzündeki halifeleri (temsilcileri) değil miyiz?
Peki, sen Alevi, o Sünni, bu Hristiyan, şu Yahudi, öbürü Şia beriki şöyle böyle… Yani sizce bu söylemler Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan âdem soyuna yakışıyor mu?
İnançlarımızı; insanlığın yükselmesi adına yaşamamız gerekirken, nedir bu bizi birbirimize yabancılaştıran öfkeli hâl?
“Kelimeyi Şehadet” getirmekle Müslüman olunuyor da “Allah'ın yarattığı kulu ötekileştirmekle ve hakir görmekle” dinden çıkılmıyor mu?
Size Nisa Sûresi 36. ayette yazılanı hatırlatmak istiyorum:
Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez!
Gönül Erenlerinden Hoca Ahmed Yesevi’nin de bir sözünü hatırlatmak istiyorum:
Kâfir bile olsa hiç kimsenin kalbini kırma. Kalp kırmak, Allah Teâlâ’yı incitmek demektir.
Ve size her vefat edeni duyduğumuzda söylediğimiz sözü hatırlatmak istiyorum: İNNA LİLLAHİ VE İNNA İLEYHİ RACİUN... Meali; Allah’tan geldik ve tekrar Allah’a döneceğiz!
Tüm mesele “layık” olarak Rabbine dönebilmektedir!
Sözlerimi Nazım Hikmet’in “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine’’ ve Hacı Bektaş Veli’nin “Gelin canlar bir olalım” sözleriyle bitiriyorum.
Kardeşçe yaşamak dileğiyle…
Kendinize iyi bakın, Allah’ın emanet ettiği tüm değerlere de “layık” olun!..