Güneş’in kaleme aldığı yazı şöyle:
Geçen gün yakınımızın ölümü nedeniyle, doğup büyüdüğüm Çiçektepe Köyüme giderek köyümüzün asri mezarlığına gittiğimde mezarlıkta hüzün düşmüş ve çok üzüldüm.
Gidenler geri gelmiyor diyerek mezar kapısından içeri girdim ve selam vererek, geçmişlerimizin mezarına doğru yürümeye başladım. Tabiki üzgün, gözüm yaşlı üzgün şekilde çok küçük yaşta kaybetmiş olduğum babamın mezarına doğru yürüyerek mezarını ziyaret ettim.
Benim hayatımda çok önemli yeri olan büyük babam, büyük annem, kardeşlerim, amcalarım, halalarım, aile büyüklerim, sevdiğim geçmişte anılarımın olduğu köyümüzün güzel insanlarına ve tüm geçmişlerine dua ederek şunu söyledim; gidenler geri dönmüyor, o gittikleri günden beri tüm geçmişlerimizi rahmetle minnetle anıyorum, ruhları şad olsun, mekânları cennet olsun.
Ölüm, yaşamsal fonksiyonların yitimidir ve sona ermesidir. Ölüm bir değişimdir, yaşamın sonu olarak anlaşılır ve tanımlanır.
Ölüm ister doğal isterse doğal olmayan kabullerle gerçekleşmiş olsun ortada olan temel bir durum daha önce de vurgulanan “yoksunluk” tur.
Yoksunluk keder, yas, ağıt gibi duygular; cenaze ve başsağlığı gibi törenlerle birlikte değerlendirilmektedir.
Ölüm: Ruhun gurbetten sılaya uçmasıdır. Ölüme, bazen dünyayı değiştirmek de denir.
Ölüm: Ahirete yolculuk, berzaha açılan kabir kapısıyla başlar.
Ölüm: Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.
Ölüm: Ümidimiz onların kabirlerinin cennet bahçelerinden bir bahçe olmasıdır. Ölüm: Sılaya duyulan hasret, insanı gurbetten kendine çeker.
Ölüm: Misafir olarak gittiğiniz saray da olsa; siz yine de kendi yıkık viranenize hasret çekmez misiniz? İşte ervah aleminden dünyaya gelen bizim ruhumuz da gurbette de kaldığı ömür kadar asli mekanına o kadar hasret çeker.
Ölüm: Hayat bir mahkûmiyete benziyor. Bu durumda bedenlerimizin nasıl birer hapishane olduğunu bilemeyiz. Ölüm öyle bir kurtuluş ki! Bu hapishaneden kaçmaya benziyor. Yapabileceğim en güzel benzetme bu." diyerek ifade eder. Bütün günler ölüme gider, son gün ölüme ulaşırız. Ölümle işte bu hasret son bulur.
İşte ölüm; böyle güzel bir yolculuğa çıkmak için sefer valizlerimizi hazırlamaktır. Ameli ve fiilleri güzel olanların valizlerini hazırlamaları çok uzun sürmez. Onlar bu sefere bayrama gider gibi güle oynaya çıkarlar ama arkalarında ağlayanları hüzün içinde bırakarak giderler bu dönülmez sefere.
İnsan gidenin geri gelmesini bekler, arzu eder. Çünkü zordur baş etmek yalnızlık duygusuyla, onsuzlukla. Onlar yokluklarıyla değil de onlarla bizim aramızda söylenmeden kalan sözler yüzünden keder verirler asıl. "Daha çok sevdiğimi söyleseydim, daha çok vakit geçirseydim" deriz durmadan.
Tekrar çıkıp gelecekmiş gibi hisseder ama nafiledir, şairin dediği gibi " bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden, bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden" . "Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol."
Çünkü el sallamak demek, seni burada bekliyorum, döndüğünde beni burada bulacaksın demektir. Bu nedenle sessiz geminin ardından el sallanmaz. Giden gitmiştir sessizce. Artık gidenin gelmeyeceği anlaşıldığında insanın nefesi kesilir, incir reçeli filminin bir yerinde dendiği gibi "öyle bir gidersin ki insanın nefes alışı bile yarım kalır".
Ölüm haberini vermek. Türkçede "ölmek" eylemi olmasına karşın, dilimiz varmaz bu acı gerçeği dile getirmeye.
Kalanlar söyleyecek söz arar, genellikle de dolaylı anlatıma başvurur.
Gidenler hep geri dönecekmiş gibi gelir. İnsan, bir yakını ya da sevdiği bir kimsenin dönüşü olmayan bir yola gittiğine inanamaz bir türlü. Bundan dolayı ölüm haberini "... kaybettik" sözüyle verir. Kaybetme sözünde, aslında bulunacak, yeniden ortaya çıkacak umudu yatar. Doktorlar da kullanmaktan kaçınır, öldü demeyi.
'Öldü' haberini vermeye dili varmayan insanlar, bu kavramı 'Yitirdik, kaybettik' ile birlikte, 'Aramızdan ayrıldı', 'Rahmetli oldu', 'Vefat etti' gibi sözlerle de anlatabilmektedir. Bektaşi kültüründe de 'Öldü' yerine 'Gözümüzden gönlümüze aktı' denir.
Bir tanıdığının öldüğünden haberi olmayan bir kişi, yakınlarına ölen kişinin durumunu sorduğunda, sorana ömür dilenerek ölüm haberi verilir, (- Dayın nasıl? - Sizlere ömür)
Bazen de 'ölmek' eyleminin yerini 'göçüp gitmek' alır: Sevdiklerim göçüp gidiyorlar birer birer zaman geçmiyor ki almayayım acı bir haber hep içimiz hüzünlü olur hüzün dolarız. Bu hayatta bir varmışsın bir yokmuşsun misali sizi tanıyan son insanda hayatta gitti mi siz bu hayatta hiç yaşamış olmayacaksınız sizi kimse tanımayacak. Bu hayattan doğup büyüyüp gelişip bir konup göçersin birde bakmışsın ki ecel şerbetini içip göçüp gidersin.
Gerçeği değiştirmese farklı bir sözcükle dile getirmek acımızı hafifletir sanki. Kişi doğunca ilk önce ad konur ve ölünce de önce adı alınır kefenlenip tabuta konmuş, gömülmeye hazırlanmış kişi için artık isim kullanılmaz artık o 'cenaze ‘dir. (-Hemen Cenazeyi hangi camiden kaldıracaklar? Diye sorarlar)
Her insanın içine girdiği o tahtadan uzun kutuya bizler de bir gün binip adresi belli olan yerlerimize ulaştırılacağız.
Necip Fazıl'ın: ''Tahtadan yapılmış bir uzun kutu, baş tarafı geniş, ayakucu dar. Çakanlar bilir ki bu boş tabutu Yarın kendileri dolduracaklar.'' dizelerinden de anlaşıldığı gibi kim olursak olalım ölüm herkesin kapısını çalacaktır.
İmam bile, cenaze namazında cemaate "Merhumu ya da merhumeyi nasıl tanırsınız?" diye sorar, 'ölmüş erkek, ölmüş kadın ya da ölüyü' demekten kaçınır. Ancak cansız varlıklar söz konusu olduğunda açıkça ve rahatça 'zaman öldürüyorum" denir mesela.
İnsanlar yani hepimiz ölecek yaştayız bu nedenle zamanımız geldiğinde hepimiz ne bir saniye geç nede bir saniye fazla yaşayamayız.
Ölümün ciddi bir sonucu, sosyal ilişkilerde bir kayıp/ boşluk yaratmasıdır. Sosyal bağları kuvvetli, sosyal mesafesi daha yoğun olan bireylerde ölümün yoksunluğu daha net olarak yaşanabilmektedir. Belirtilen yoksunluğun giderilmesinde ya da ölümün toplum için olumsuz sonuçlarının ortadan kaldırılmasında kültürel araçlar söz konusu olmaktadır. Ölüme ilişkin ritüeller toplumdan topluma değişmekle birlikte bu bağlamda önemli işlevlere sahiptir. Tarihsel anlamda da ölümün anlamı geleneksel toplumlardan günümüze zaman içinde değişmektedir.
Geleneksel toplumlardaki sosyal yönü ağır basan, sosyal yaşamla daha içi içe olan bir anlam taşıyan ölüm, modern toplumlarda mümkün olduğunca kaçılmak istenen, hatırlanmayan bir anlama bürünmüştür.
Sular hep aktı geçti, Kurudu vakti geçti, Dünya bir penceredir, Her gelen baktı geçti.
Ölüm bir son değil yeni bir başlangıç.
Yazımın başında da söyledim ya gidenler geri gelmiyor, Gittikleri günden beri.